9 Mart 2013 Cumartesi

Yaşadığın şehirde bir gün turist ol





Şirketten çok özlediğimiz bir arkadaşımızla buluşmak için kahvaltı organizasyonu yaptık. Farklı bir kahvaltı ve değişik bir mekan için bakacağımız ilk adres fırsat siteleri oldu. Cihangir’de bulunan Rose Marine diye bir yerde karar kıldık. 
Taksimden inerken, Firuzağa Caminin olduğu dört yoldan sola saptınız mı ileride sağda yer alıyor. Sabah 10:00’da oradaydık ama içerisi buz gibiydi, sonra sonra seyyar sobalardan birkaç tane açtılar ama ne fayda, titredik. Kahvaltı orta karardı, bir Afyon Kahvaltısı değildi yani :) Mekanın dekorasyonuna bayıldık, tamamen vintage tarzda döşenmişti. Sıcak bir ortam yaratmışlar. Hele tuvaletlerin olduğu dekorasyon 10 numaraydı. Ambiyans için gidilir mi gidilir :)




Bir de hemen karşıdaki binada Orhan Kemal Müzesi olduğunu gördük. Girişte ücretsizmiş üstelik, kesin gideceğim orayada. Vikipedia’dan aldığım bilgiye göre : Müze, Orhan Kemal Kültür Sanat Merkezi tarafından 2000 yılında, Yazar Orhan Kemal'in anısını yaşatmak üzere kurulmuş. Müzede yazarın çoğu Ara Güler tarafından çekilmiş 70 kadar fotoğrafı, aile fotoğrafları, kitaplarının orijinal ilk baskıları, özel mektuplar, hakkında yazılan tez ve makaleler, kullandığı daktilo, özel eşyaları, öldüğünde yüzünden alınan maske gibi nesneler sergileniyormuş. Müze binasında ayrıca bir kitaplık ve İkbal Kahvesi adlı bir kahve de varmış.

Hava güneşli ama buz gibiydi, sıkı giyindiysem severim bu havaları. Cihangir’den aşağı saldık kendimizi, Cihangir’deki kediler kendilerini sevdirdiği için bol bol kedi sevdim, bakınız fotoğraflara :) 


 



Güneşe yatmış yalanıyordu hepsi de sonra Fransız sokağının oradan, Galatasaray’ın arasından tekrar yukarı çıktık İstiklal Caddesine doğru,


 


Mandabatmaz Kahvehanesine kahve içmeye. Tünel tarafında yeri, Greyder Mağazasının yanındaki sokağın içerisinde yer alıyor, küçücük bir dükkan, önünde tabureler falan var. Kahvesi çok lezzetliydi.

 



 Kahvelerimizi içince uykumuz iyice açıldı. 


St. Antuan Kilisesinin önünden hep geçiyordum ama içerisine hiç girmemiştim. Bu sefer girdik içeri, dış cephesi gibi görkemli, bir tane boş gereksiz bir şey yok. Her yer bir heykel, resim vs. ile süslenmiş durumda.






Tünel’e geldiğinizde ya Karaköy’den aşağı süzülürsünüz ya da Tünel’e binersin… Biz yürümeyi tercih ettik. Galata çevresinde turladık. İstanbul’un her hangi bir semtinin, mümkünse daracık sokaklarında kaybolmayı çok seviyorum. Bir şehri gezmenin en güzel yanı orada kaybolmakmış. Aslında kaybolmanın imkanı yok, yürüyebildiğiniz kadar yürüyün, etrafınıza baka baka, sindire sindire dolaşın mutlaka bir yerlere varacaksınız, hem de daha çok zevk alacaksınız. 





 
 

Galata Kulesinin manzarasının 3/4 ‘üne sahip bir yer keşfettik, “Konak Teras Kafe” adı burasının. Alabildiğine İstanbul ayaklarının altında, zannediyorum burada bir çok dizi vs.de çekiliyor, çünkü mekan yabancı gelmedi bana. Eski bir binaydı, merdivenleri çok nostaljikti, 4-5 kat artık hatırlamıyorum, yürüyerek çıktık. Kapılara duvarlara baka baka, içerisi buram buram tarih kokuyordu. Bir an 1940 senesindeymişsin gibi bir his.



Şişhane metrosunda arkadaşımızla vedalaştık. Oradan tekrar geri döndük ve doğruca Sirkeci’ye Tripod almaya :)




Uzun zaman önce bir yerlerde rastladığım Kamondo Merdivenlerinden bir geçmek istemiştim. Şişhane’den Karaköy’e doğru yürürken pat diye karşıma çıkıverdi.

Ve son durağımız Sirkeci’ydi…

Yaşadığınız şehirde bir gün turist olmanızı tavsiye ederim.

Sevgiler.



Hiç yorum yok: